Karpuz Kabuğundan Gemiler'in "Kaptan"ına

| 7 Aralık 2009 Pazartesi

Ege bölgesinde olup da kutup iklimi göstermekte olan güzide küçük şehir Kütahya... Ve yakınında yamacında ne denizi var, ne de öyle büyük bir göl'ü. Kütahya'dan 15-20 km uzakta en büyük ilçesi Tavşanlı. Daha hiç görmedim , Tavşanlıda ikamet edip "nerelisin" diye sorulduğunda Kütahyalı'yım diyeni. Rivayet o ki, Kütahya ile Tavşanlı il olmak yolunda başabaş giderken, Kütahya atmış son çalımı kapmış valiliği. Kaymakamlık makamı kesmemiş tabi Tavşanlılılar'ı ki onlar da koymuşlar mesafeyi.
Tavşanlı’nın İnsanı cana yakın, misafirperver ve bir o kadar da içten. Kaptan da oralı. Tavşanlı, topraklarının bir kısmında maden bulunan ve kömür çıkartılan, bir diğer kısmında uçsuz bucaksız tarlaları ve bozkırları olan; tarlaların arasında bir şiir, bir türkü gibi akan tren yollarında ara sıra şiirin nakaratıymışcasına görünen trenlerin dumanları ve efkarlı çalan sirenleri ile çınlayan bu sıcak anadolu topraklarında insanın aklına belki en son gelebilecek şeydi gemi yapmak. Hem de karpuz kabuklarından...Ve bir çocukluk hayalini yerine getirmenin belki de gönül rahatlığı ile gitti Ahmet Uluçay ebediyete. Kim bilir bundan sonra belki de gemilerini Kevser ırmağında yüzdürecek bir ızdıraptan kurtulmuşcasına neşeyle el sallayarak gemilerinin güvertesinden.
Bu yazı benim için belki bir vefa borcunu ödemek sayılabilir. Hayatının bir kısmında Kütahya'da bulunmuş ekmeğini yemiş suyunu içmiş birisi olarak tahmin ediyorum ki hemen herkes üzülmüş olmalı. Zira Ahmet Uluçay ölümüne üzülünmeyecek birisi değildi. Ekranda çok insan görürsünüz aslını, neslini inkar eden. Anasına darılmış babasına yol vermiş, memleketinden utanan, buldumcuk olan ve kendini sanki bulunduğu yere gökten inmiş gibi addeden...
Uluçay, bu açıdan bakıldığında nankör değildi. Google'de bile görsellerde arattığınızda ismini, sistemin size vereceği resimlere bakın. Sizin benim hepimizin fotoğraf çekinebileceği sıradan ortamlarda yansımış objektiflere bir odada sırtını sıradan bir çekyata yaslamış yerde oturarak çay içerken ya da bir bahçede ot ayıklarken... Kasmamış hiç başkası olmak ya da başkası gibi görünmek , başkalaşmak için neyse o olmuş yani. Mevlana’nın dediği gibi “olduğu gibi görünmek”ten de utanmamış. Emsalleri ya da çakma bir kısa film çevirenler bile bulutlarda gezerken sanki Steven Spielberg’le yumurta ikiziymişcesine, kaptan karpuz kabuğundan gemilerin bulutlarda yüzmeyeceğini bilmenin ağırbaşlılığı ile basıyordu yere. ve birçoğunun bulutlardan düştüğünde canının nasıl yandığını çoğumuz gördük. Ama kaptan düşecek adam değildi; çünkü zaten yerdeydi ve yine birçoğunun yaptığı hatayı yapmıyordu. Sanat’ı cinsellikte, sapkınlıkta aramıyor ve belki onun içinde diğer yönetmenler onu anlamıyordu. Öyle ya o anadolu insanıydı “öpüş, koklaş, oynaş reytingi kap” onun ve anadolunun felsefesi değildi. Yürek insanı olmak başkaydı.
Memleketinden ve kendi insanından utanmamış her 10 ünlüden 7-8'inin yaptığı gibi sırtını çevirmemiş ve yine belki de doğduğu evde ömrünün geçtiği o mahallede yaşamaya devam etmiş ve şöhret şımartamamıştı onu. Hatırlıyorum bundan çok uzun süre önce yanılmıyorsam 5-6 sene öncesi 8-10 yönetmenle birlikte "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak" filmi hakkında düzenlenen bir söyleşi programına katılmıştı. Amaç "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak" filmini ya da Uluçay'ın performansını değerlendirmekti. Ekran'da 2-3 saat kaldılar. Program maksadını aştı. Her yönetmen amaçtan sapıp kendini övmeye ve hatta bu övgüyü başkasını eleştirerek ve küçük görerek yapmaya çalışırken ve bu konuda yarışırken, içlerinde en mütevazisi Ahmet Uluçay'dı kendisine yapılan her salvo'yu, her saldırıyı büyük insanların yaptığı gibi metanet, dirayet ve tevazu ile göğüslemiş ve bir kere olsun içlerinden birine bunu diyemezsin sende kim oluyorsun vs. gibi çıkış göstermemiş efendiliğin son noktasında iyi bir temsil sergilemişti. ondandır ki. program bittiğinde salon program boyunca konuşanları atıp tutan, kendini öven, başkasını küçük gören ama kendisi küçük olanları değil onu alkışlıyordu o ise yine başı önce tevazu ile şımarmadan efendiliğin bir başka yönünü ortaya koymuştu.
Kaptan uzun bir yolculuğa çıktı... Ve biliyoruz ki Allah, kendisinden olup insanlara da bahşettiği güzel sıfatları taşıyanları, kibirlenmeyenleri sever. Kaptan tüm dünya denizlerinden ve sinema perdesinden, bulunabilecek bütün yanık buğday kokulu ve turuncu tonlarında envai çeşit tarlalardan , tarlaların arasında dolaşan nakaratımsı tren katarlarından ve karpuz kabuklarından artık uzaklarda...Uzun bir yolda...
Cenazenin arkasından alkış patlatılmaz. Ama bir Fatiha'yı da çok görmeyin, gün gelir size de çıkacağınız uzun yolculukta lazım olur. Kaptan’a okuyacağınız fatiha zamanı geldiğinde sizi de bulur.
Not : Bu yazıyı redakte eden arkadaşım Ömer Demir'e teşekkürler

2 yorum:

Ali ihsan adıgüzel dedi ki...

Anadoluyu ve anadolu insanını bu kadar içten ve sıcak bir yaklaşımla tıpkı büyük üstad FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL'in "Han Duvarları" adlı şiiriyle özdeşleşmiş gördüm. Yüreğinize sağlık...

Ali ihsan adıgüzel

Adsız dedi ki...

bazen bir şiir, bazen bir sözcük ve bazen de bir resim çok şey ifade eder duyguları.işte hayal ile gerçeğin buluştuğu noktayı güzel anlatan bir yazı.kültür ve tarih dokulu kilimi anadoluda işlemek bu olsa gerek....