Azerbaycan Bayragini Karabag`dan asacagiz

| 26 Şubat 2009 Perşembe

HOCALI KATLİAMI ANISINA

Yıl 1992 , henüz 9 yaşındayım.. Televizyonlarda, sokakta ve aile meclislerinde ve hatta komşu oturmalarında bile çocuk kalbimi acıtan haberler duyuyorum.. "Ermeniler karabagda katliam yapmış" , "ermeniler çoluk çocuk herkesi öldürüyor" gibi iç acıtan muhabbetlere elimden hiçbirşey gelmeyerek çok kez şahit olmuş ve sürekli dualara sığınmıştım..

Kalbim çatlayacak gibiydi.

Acı içimin dehlizlerinde kol geziyordu. O zaman ifade edemediğim ama yaşadıklarımı ifade edebilecek cümleleri yıllar sonra bulabilmiştim. Hala anımsadıkça o günleri çalkantıları ve acıyı içimde bir tufan kopuyor..

Evimin belki çok uzaklarında sıkılan silahların atılan bombaların sesini duymuyordum ama sanki savaş arka sokaktaymışta her an bizim sokağa taşacakmış gibi huzursuz ve endişeli olmanın acısını , endişesini ve ruh sıkışıklığı haletini o zaman tattım. Sanki yattığım yatak batıyor gibiydi geceleyin.. 9 yaşındaydım.. ama belki 90 yaşına vardım vardım geri indim..

Ben çocukkende kolay kolay ağlayabilen birisi değildim. ta ki ermenilerin şehit ettikleri insanları görene kadar ( ki bana göre hepsi birer şehittir. ve öyle olduklarının umudu içerisindeyim )

İşte o zaman anladım. Güçlü olmak gerektiğini , Bileğimizin bükülmeyecek kadar , varlığımızın kimseye eyvallah etmeyecek kadar , Maneviyatımızın Allah'a teslimiyette bir anlık saliselik bir şüpheye bile düşmeyecek kadar sağlam olması gerektiğini..

""Karabağda , Azerilerden av tüfeklerini bile çıkartıkları bir kanunla alan Ruslar ermenilere yol açmışlar lojistik destek vermişler ve rus 366. alayı ermenilerle birlikte hareket etmiştir. Neticesinde 190 bine yakın azeri evlerinden yurtlarından sürülmüş ve hocalıya ulaşan ermeniler burada ihtiyar yaşlı demeden 1600 kadar ırkdaşımızı , kardeşimizi , ruslarında yardımıyla katletmiştir. ""

<-- Hocalı Katliamı Anıtı

Bugün kü yapım ne yazık ki 1992 kışındaki ağlayan çocuk kadar naif ve kırılgan değil. Şimdi daha hırçınım ve sanırım daha agresifim..

İşte belki bunun için ne zaman ki "Çırpınırdı Karadeniz" türküsünü dinlesem aklıma önce hocalı geliyor.. sonrada 2007 yılında tanıdığım ve çok sevdiğim dostum arkadaşım , iktisad hocam Server Qurbanov geliyor..

Bir Azeri insanını tanıma , teşhis etme , ve hasbihal etme şerefine ben Server Hoca'yla erdim. Muhabbetimiz bakiymiş ki benim için kendisi küçük bir azerbaycan sayılabilir. Zira ne zaman Azerbaycan ile alakalı birşey duysam artık aklıma ilk kendisi gelir.. Kendisinin Azerbaycanı çok iyi temsil ettiğini düşünüyorum. Zira öyle ki artık kendileri sayesinde her azeri insanının onun gibi güleryüzlü ve iyi niyetli olduğu fikrine sahibim.

İşte onun için , kendisinin de kara bir gün olarak hatırladığı , anımsadığı , acısını duyduğu 25-26 şubat 1992 hocalı katliamını en az onun kadar içten hissettiğimi ve benimde içimi acıttığını kendisinin bilmesini istediğim için burada bu hislerimi paylaşıyorum. bilinizki millet olarak acınız acımız , bayramınız bayramımız , mutluluğunuz mutluluğumuz , dostunuz dostumuz , düşmanınız düşmanımızdır. Zira bizler Aynı kökten beslenen bir ağacın 2 dalı gibiyiz. bu ağacın bir dalına vurulan balta , diğer dalında canını acıtır.

Hayırla yâd ettiğim azeri şair Ahmet Cevat "Çırpınırdı karadeniz" şiirini yazarken

""Kafkaslardan aşacağız.
Türklüğe şan katacağız
Azerbaycan bayrağını,
Karabağ'dan asacağız.""

diyordu ,

Bana kalsa ben "Azerbaycan bayrağını , Erivan'dan asacağız " demeyi tercih ederdim.

Zira hocalı hususunda hala içimde öyle bir kin var ki..

Dalımızı kıranın , ağacını kökten sökesim geliyor..

Turkiye`de Ordu

| 24 Şubat 2009 Salı

Dünya üzerinde belkide ordusu olmayan ülke sayısı , ülkelerin tamamına oranla ya yok denecek kadar az , ya da iki elin parmakları kadar azdır diyebiliriz. Ordusu olmayan ülkeler arasında gösterilebilecek ülkelerin genel özelliklerine bakılacak olursa , kritik bir konumda olmamaları , dünya üzerinde ciddi siyasi - askeri , toplumsal roller üstlenmemeleri , misyonlarının olmaması sayılabilir. Bu tarz ülkelere ordu elbette gereksizdir ki bahçenin bir kenarında duran bir avuç çimen elbette dikkat çekmez. Ancak bahçenin orta yerinde duran bir demet gül bahçeye her bakanın dikkatini celbeder.



Türkiyede korunması gereken çok denge var , mesela sağ-sol , türk - kürt , müslüman - gayri müslim , laik - anti laik gibi dengelerin mutlak surette korunması gerekiyor. Zira ordusu olmayan ama bankası olan ülkelere örnek olarak sunulan isviçre'de bu bahsettiğimiz dengelerin hiçbirisi yok. Toplum belli bir fikir , düşünce ve oluşum etrafında toplanmış ve %90 oranında "aynı tip" yaşam tarzını benimsemiş farklılıkları olmayan yada çok az olan bireylerden oluşuyor. Dolayısı ile orduya değil bankaya yönelmeleri çok doğal , bir şekilde kendileri ile aynı ırktan gelen kardeş milletlerle birlikte yaşıyorlar ve toprakları dahilinde yüksek maden yada petrol gibi değerli emtiaları içeren kaynakları yok bu da doğal zenginliği olmayan yada çok az olan ülkenin farklı bir sektöre (bankacılık) yönelerek zenginlik elde etmesi o ülke açısından düşünüldüğünde normal karşılanabilir.

Ancak burada şu da bir gerçek ki isviçre'nin her iki dünya savaşına katılmaması "Ordusu yok ama ekonomisi sayesinde güçlü" izlenimi ile açıklanamaz. Zira 1. Dünya savaşı isviçre topraklarından çok uzakta ve isviçrenin hiçbir çıkarı olmayan , isviçre halkının davası olmayan bir konuda yaşanmıştır. Doğal olarak isviçrenin savaşa katılmaması elinde ekonomik bir güç olması ve bu gücün getirdiği rahatlıkla " ben katılmıyorum arkadaş" demiş olması nedeniyle değildir. 2.Dünya savaşına bakacak olursak nispeten 1.dünya savaşına göre çok daha yakınlarında ve çevresinde gerçekleşen bu savaşa da keyfi bir kararla katılmadıkları yönünde hiçbir işaret yoktur. zira hitler devasa ordusu ile tüm avrupayı postalları altında ezerken , zaten her ülkenin zenginliklerine konmuş ve isviçrede bulunan 3-5 kuruşa tenezzül etmemiştir desek daha doğru olur. Zira Hitler ordusunu bir hışımla yada ani bir kara kızgınlıkla isviçre üzerine sürse ne o bankadaki paralar kalırdı. nede isviçre ekonomik gücü ile hitleri durdurabilirdi.

Ordusu olmayan bir ülkenin 2 savaşa katılamamasındaki en mantıklı sebebin bu olduğunu düşünüyorum.

Kaldı ki Ordular daimidir ancak para daimi değildir. Bakınız dünyayı kasıp kavuran ekonomik kriz para babası isviçreyide vurdu. swissair , Servette futbol takımı , isviçre ekonomisi iflas bayrağını çekti. Yine ordusu olmayan isviçrenin kardeşi diyebileceğimiz isveçte ise hemen hemen tüm bankalar iflasın eşiğine geldi. eğer keramet parada ve bankada olsaydı. şimdi iflasın eşiğinde olan isveç isviçre gibi banka ve para yurdu ülkelerin dünyada kral olması , Orduya "ölü" yatırım yapan ülkelerinde aç kalması gerekirdi.



Demekki keramet parada değil , stratejideymiş.



Her milletin içinde fanatizm , holiganizm damarı kabarmış faşizane düşünen bireyler muhtemel ki vardır. bu bizim milletimiz içinde elbetteki böyle , en basitinden bir örnek verecek olursak 1950'li yıllarda yaşanan olayların anlatıldığı , Tomris Giritlioğlu'nun yönettiği "Güz Sancısı" filmi dahi tek bu sebepten ele alınacak olsa bile Ordunun gerekliliğini ortaya koyuyor. Şöyleki filmde bir siyasi partinin alt oluşumu " kıbrıs meselesi" sebebiyle memlekette yaşayan rumlara kin beslemeye başlıyor. ve artık öyle bir noktaya geliniyor ki rumlara ait iş yerleri , evler talan ediliyor saldırılıyor. imha ediliyor canlara kıyılıyor. Ve nihayetinde ordunun müdahalesi ile bu sona eriyor. Şimdi bir gayri müslim olduğunuzu düşünelim bir ülkede yaşıyorsunuz . Dininiz milletiniz farklı ama o ülkede doğmuş orada büyümüşsünüz , ve o milletin yerlisi olan arkadaşlarınız dostlarınız ahbaplarınız var. Hayat çok güzel.. Ancak düşünün gün geliyor belli bir faşizan emel etrafında toplanmış bir topluluğun saldırısına uğruyorsunuz , malınız canınız ve mukaddesatınız tehlike altında tek başınıza varlık gösteremiyorsunuz. zira siz 1 kişi karşınızdakiler 10 bin kişi.. işte bu yanlışa sizce hangi güç dur diyebilir ? Yumurta kapıya dayandığında yada artık empati yapıp düşüncelerin konuşulacağı dialog ortamı bir şekilde kaybolduğunda ve artık dialog sayesinde kurtulacağınız umudu kalmadığında kontrolsüz ve yanlış kullanılan kötü güce karşı mutlak surette sizi koruyacak iyi bir güce ihtiyaç vardır. Bunu kimse inkar edemez.



Kaldı ki bu ülkede zaman zaman , sağ sol kavgası zaman zaman alevi sünni zaman zaman faşist sosyalist kavgası çıkartılmaya çalışıldı. kimisini ordu bastırdı. kimisinin ise sadece ordunun varlığı ve birazda sağduyu ile başlamadan önü kesildi.



Ordu bu ülkede 3 kez müdahale yaptı. 2 si darbe bir diğeri post modern balans ayarı. darbe zamanlarında biz yoktuk. onun için gerekliliği konusunda tecrübelere değil okunan izlenen ve değerlendirilenlere dayanarak konuşabiliyoruz. ancak 28 şubatı yaşadık. bu noktada ordunun haklı olduğunu düşünmesemde bu ordunun olmaması için bir sebep değil. Orduyu belkide en acımasız eleştirdiğim zamanlarda bile varlığını tartışmak hiç akıl kârı görünmedi bana.



birde olaya dış devletler , ve terör açısından bakacak olursak , ordunun niçin varolduğunu ve olması gerektiğini daha iyi anlayabiliriz kanaatindeyim. Şöyle ki Etrafımız değişik milletlerle , ırklarla çevrili herbirinin dili başka dini başka , yani coğrafyada bir ırk birliği yok. Tam bir din birliğide olduğu söylenemez zira bizimle aynı dinde olan iran suriye ve ırak komumuz ama onların İslam anlayışı ile bizimkisi çok farklı sanki iki farklı din kadar.



Şimdi deniliyor ki yunanistan suriye iran ırak vs. Türkiye'yi istila edemez. Peki madem öyle biz neden bir kurtuluş savaşı vermek durumunda kaldık ? Yunanına , Fransızına , İtalyanına , Ermenisine , İngilizine karşı biz niçin savaştık. Bu ülkeler bize ordumuz olduğu halde saldırmaktan çekinmezken şimdi diyebilirmiyiz ki ordu fuzulidir gereksizdir. parasıyla banka alınsın. hiç makulmudür bu düşünce ?



hiçbir milletin tamamını kökten bunlar kötüdür diyerek yok sayamam yada hiç bir milleti bunlar iyidir diye kökten kutsayamam her milletin içinde iyiside vardır kötüsüde vardır. lakin şu bir gerçek ki kürt kökenli vatandaşlarımızın içinde de durum böyledir.

Olaya şu açıdan bakalım. Türk Ordusunun PKK'ya karşı verdiği mücadele normal iki ordunun savaşı gibi değildir. Zira bu tanım itibari ile savaş bile değildir. Ordu'nun yaptığı savunmadır. Öyle ki ETAya karşı mücadele veren İspanya , IRA'ya karşı mücadele veren ingiltere bu savaşta pes etmiş. ancak biz bunu yapmamışız. hala devam ediyoruz. "1 avuç militan" denilsede biz teröristlerin gerilla savaşı tarzındaki üslubuna onlar gibi karşılık vermiyoruz. Bu nedenle başarısız addedilmeye çalışılsakta gerilla savaşında başarılı sayılmanıza esas olan kriter 3 askere karşılık 1 gerillayı etkisiz kılabilmenizdir. Bu uluslararası askeri başarı kriteri olsa da bizdeki oran biraz değişik. biz bugüne kadar feda ettiğimiz her askere karşılık 9 terörist almışız. Olaya bu açıdan bakıldığında Türk Ordusunun , başarılımı başarısızmı olduğu subjektif değil objektif değerlerle gözler önüne serilmiş olur.

Kaldı ki , çok kozmopolit bir coğrafyadayız. Öyle ki her milletten dostumuz olduğu gibi aynı milletlerden düşmanımızda mevcut. Bugün PKK'yı sadece özgürlük isteyen kendi çabaları ile dağa çıkmış teröristler gibi algılamak insanın gerçekler karşısında kulağının üstüne yatmasıdır . Gerçekleri görmezden gelmesidir. Zira yunanistanın , Suriyenin bir dönem PKK'ya destek verdiği aşikardır. ve hatta PKK itirafçılarının pkk kamplarına amerikan silahlarının amerikalılarca getirildiğini belirttiği itiraf kasetleride daha hafızalarımızdadır. Amerika Türkiyeyi işgal edemez. Suriye işgal edemez. yunanistan işgal edemez şu edemez bu edemez demek Ordunun varlığını tartışmaya açmak için yeterli derecede gerekçeler değildir.

Eğer çevremiz dostlarımızla çevrili olsaydı. Biz kurtuluş savaşı mücadelesi vermek zorunda kalmazdık. Öyle bir gün geldiki bu milletin canından çok sevdiği vatanı kurbanlık koyunun boğazlandığı gibi pay edilipte saldırgan ülkelerce kendi aralarında üleşilmedimi ?

Çok genç bir millet ve çok genç bir devletiz. 85 yıl insanlar için uzun bir süre olsada devletler için çok kısa sayılabilir. Şimdi 85 yıl önce başına geleni devlet yok saysın ve ordusunu tasfiye etsin demek. Dünü unut , gözlerini yum ve işgalden zevk almaya bak demekle aynı kapıya çıkar.

Hele ki , Türkiye'nin dünya siyaset arenasında hızla yükseldiği şu günlerde , Ortadoğuda lider ülke konumunda olması ve bu konumun gerektirdiği hem diplomatik hem askeri güce sahip olması gerekirki , uluslararası arenada , varlık gösteren her ülkenin ordusu olmak zorundadır.

Kaldı ki , türk ordusu tasviye edilsin diyenlere bir bakmak gerekir. acaba aynı öneriyi kendi milletlerinin orduları içinde öneriyorlarmı ? yoksa o bahis açıldığında top tacamı atılıyor yada boş alanda kısa paslaşmalarla zamanamı oynanıyor ?

Ararat'ın bu tarafında gözü olan Ermenistan , Vadedilmiş topraklar rüyasıyla Güneydoğu bölgesine göz diken İsrail , Ege bölgesindeki adalarla yetinmeyip anadolunun ege kıyılarında ve trakyada gözü olan yunanistan , israil ingiltere ve sair dış mihrakların ara gazıyla kürdistan kuracağız diye doğu anadoluyu kaosa boyamaya kalkan PKK , ve amerika gibi görünürde dost , aslen düşman olan milletler çevremizdeyken birde orduyu tasfiye ederek onlara davetiyemi çıkartacağız .

5500 yıla yakın Türk tarihi boyunca bir bakılsın. Hangi Kurulan Türk devletine dışarıdan saldırı olmamış ve hangisi orduya lüzum duymamış ? Zahiri veya batini , gizli veya açık her saldırıya göğüs germek mecburiyetinde olduğumuz şu coğrafyada heleki bor madenleri , toryum madenleri ve molibden madenleri gibi enerji kaynakları tespit edildikçe , topraklarınıza saldırılması için illa petrol yuvası olması gerekmiyor..

İşte bu gibi sebeplerden dolayı Ordunun varlığı asla ve kat'a zati kanaatimce tartışmaya açık değildir. ancak derseniz ki ordunun mantalitesini , sivil hayata bakış açısını , ordunun olması gereken yerde olup olmadığı , siyasete karışıp karışmayacağı hususlarını , ordunun düşünce yapısını konuşalım tartışalım bu konuda her zaman ordunun mevcut yapısına muhalif birisi olarak dahi rıza gösterebilirim.

Ama her ne olursa olsun varlığı asla tartışılamaz kanaatindeyim..

Heleki şu ekonomik kriz bile gösterdi ki , amerika gibi dünyanın süper gücünde bile batan bankaları ve paraları uc uca eklesek buradan plüton'a beş şeritli yol olur. ama o kadar para bir gece içinde çıkan bir krizle uçtu gitti.

Bakarsanız görürsünüz , ordu hala yerinde ve 800 bin neferi ile siperde..

Para uçar gider.. Bilek gücü daima yerindedir.

Eskisehirspor ya da Es Es

| 22 Şubat 2009 Pazar

Belkide dünyada en ateşli taraftarı olan takımlardan birisidir Eses , çünkü bir şehir kenti olmanın yanında kırmızı ve siyah renklerden oluşan bir tutkudur. Eses'li olmak için eskişehirde doğmak , yada hayatının bir kısmını herhangi bir sebepten dolayı eskişehirde geçirmek yeterlidir. Zira gerek şehrin , gerekse eses'in kendine has o atmosferine kapılmamak elde değildir. ve siz farkında bile olmadan bir tane kırmızı siyah çubuklu eses forması yada eses atkısı ile kendinizi stadda buluverirsiniz.

Eses tribunu oyle sıradan herhangi bir lig takımının tribinü gibi değildir. Seyircisi ateşlidir ve takım ikinci ligdeyken bile tribünler tıka basa doludur. Öyle ki birinci lige yükselmeden önce bile maçlar sanki iki birinci lig takımının üst sıralar için mücadele ediyormuşcasına yoğunluğunda oynanır. birçok takım sadece seyircisi için dahi olsa eskişehire imrenmiştir. Çünkü eskişehirspor yada es es deplasman maçına en çok seyirci götürme alanında dünya rekoru kırmıştır. hemde ikinci ligdeyken.. bu öyle bir aşktır ki ne beşiktaş galatasaray fenerbahçe gibi süper lig takımları ne ispanyanın barcelonası ne de ingilterenin manchester'i bunu basaramamıştır.

Her yıl lig başlamadan önce , caddeler şehirler kırmızı siyah bayraklarla donatılır. Eskişehirden dünyaya açılmış Eti,Sarar,Css,Çetinkaya gibi holdingleşmiş firmalarda , yol üstünde halka hizmet veren ismi duyulmamış bir manav yada berber ve ya bir market te aynı sloganı içeren bir bayrak asar camına yada binasına , "Eskişehirspor'a yeni sezonda başarılar" ya da bu minvalde bir temenni içeren bir bayrak yada flama..

Eskişehirli olan hemen hemen herkesin arkasında "26" yazan bir forması mutlak surette vardır. ve hatta bu öyle bir sevgidir ki , amigo Orhan'lı yılları görmemiş , Kupaların kaldırıldığı , şampiyonlukların kıl payı kaçırıldığı , üç büyüklere kök söktürülen o yılları tadmamış olanların bile sanki o günleri yaşamışçasına yürekten sevdasıdır es es..

Bir dönem beraber aynı ligde mücadele ettiği , Sarıyer, Yeşildirek, Vefa, Feriköy, Altınordu, Petrolofisi gibi takımlar önce çıktıkları basamakları teker teker düşmüşler ve birçoğu silinip gitmiştir. birinci ligden ikinci lige oradanda üçüncü lige sonrasında amatör kümeye ve oradanda hiçliğe uzanan bu düşüşte birçok takım silinmiş gitmiş , Eskişehirspor bile bu basamaklarda düşüş yaşamış ve 3. lige kadar düşmüş ancak ateşli ve tutkulu taraftarının maddi , manevi büyük desteği ile toparlanmış ve tekrar çıkışa geçmiştir. 95-96 sezonunda yeniden birinci lige çıkmış ancak tutunamayarak tekrar ikinci ligin yolunu tutmuştur. Eskişehir gibi bir şehrin takımı olmak kolay değildir. zira size sonuna kadar güvenmiş bir taraftar ki bu taraftar aynı zamanda şehrin kendisidir. ve sizden başarı ister. işte bu minvalde yeniden toparlanan ve gerek sportif gerek idari manada işleri sıkı tutan Eses yeniden bir üst lige yükselmiştir.

öyle ki 2008-2009 sezonunda daha ilk maçlarda Galatasaray'ı kendi evinde 4-2 yenmiş fener ve sivasspor gibi üst sıra takımlarını yenmek üzereyken şanssızlık sonucu elinden kaçırmış ve berabere kalmıştır.

Bu EsEs'in geri dönüşü olarak nitelendirilmiş ve medya bu konuya ciddi manada eğilmiştir. Hatta öyle ki Eses'in Eses olduğu 70'li yıllarda nam'ı Türkiye sınırlarını dahi aşmış ve 2008 yılında Türkiye'ye gelen Avrupa Birliği temsilcisi Olli Rehn , Türkiye'yi Eskişehirspor'dan tanıdığını beyan etmiştir.

Eskişehirspor Fethi Heper'i 2 kez , Ömer Kaner'ide 1 kez gol kralı çıkartmayı başarmıştır. Öyleki "Kırmızı Şimşekler" halen memleketin bir çok şehrinde seveni ve taraftarı olan yegane takımdır.

Anadolu'nun sesi olmuş ve Lig'de istanbul hegomanyasını kırmıştır.
Yanda ilk takımın resmini görüyoruz.
Takım hakkında daha detaylı bilgi için : www.ESkisehirspor.org adresini ziyaret edebilirsiniz.

bunu sen istedin bende yaziyorum.

| 17 Şubat 2009 Salı

Ben icimde cok isyanlar biriktirdim. Cok seye karşı ve hepsi sadece içimde kaldı. Zira içimde kaldıkları sürece ben onlara hükmettim , eğer bir anlık gafletle onları dışa döksem artık dönüşü olmayacaktı hiçbir şekilde ve artık onlar bana hükmedecekti.
insanın günü oluyor. Allah'a bile isyan etme noktasına gelebiliyor. Hayatın bir sınav olduğunu , herşeyin bir plan dahilinde vuku bulduğunu unutup o anki esbaba takılabiliyor. Yada insan kazandıklarını kendinden kaybettiklerinide sevmediği birisinden bilip bunun hesabını sormak cürreti ile kazan kaldırabiliyor.
Zira mevcudiyeti sonsuz kainatın yanında hiç hükmünde olan birisi olarak diyebilirim ki , buraya kadar gelen kim olduğunu tahmin ettiğim , ancak benim burada yazdığımı nereden hatırladığı konusunda hiçbir fikrim olmayan , kendi hezeyanlarını , bana mâl etme serkeşliği içerisinde bana "yayınlamayacağımı bile bile" 2 hakaretamiz yorum bırakan şahsa demek isterim ki ,

İçinde isyanların vardı sen , Bastıramadın.
Bir evliliğin vardı kaprislerinle Bozdun,

Sen bir köşede hiçbir maceranın ve mücadelenin içine girmeden , topluma insanlığa ve en azından çevrene bir ışık , bir düşünce , bir fikir , bir insiyatif , bir alternatif ve bir katkı bile sağlamadan bencil hedonist ve ben merkezci bir düşüncenin tam orta yerine kendini yerleştirmiş ve kendi isyanı altına ezilmiş olabilirsin.

Hayatımda üstümde birden fazla vicdan azabının , üzüntünün ve isyanın olduğu bir dönemde bende ruh yapısı olarak sarsılmış ve senin frekansına kaymış yada yaklaşmış olabilirim.

Ancak bil ki mevcut durum dahi şahittir , sen olduğun yerdesin ben o günlerin çok uzağındayım.

Sen seni suyun dibine çeken ayağındaki yüke sım sıkı bağlısın. boğuluyorsun farkında değilsin. Ben kendi ipimi kendim kesmişim suyun üstündeyim..

Sen hayata katamadıklarının , hayatın başkalarına kattıklarını gördükçe histeri krizleri ile bana , ona , buna , önüne gelene tut ki yoldan geçen herhangi birine saçı sakalı boyu kilosu yada herhangi bir niteliği ile alay geçerek saldırabilirsin.

Ama bu senin kaliteni ortaya koyar. Zira bizde geçer akça zahiri değil batinidir. görünen ve afaki olan değildir. hoşgörüdür , tanımadığın birisi ile asansörde kibarca selamlaşmak kadar iç ısıtıcı bir nezakettir. insani özelliklerin insana verdiği gönül rahatlığıdır.

Ne ben eşimle , nede eşim benimle ne yüz güzelliği ne kaş ne göz nede ten sevdası ile evlenmedi. Zira biz biliyoruz ki bundan 10-15 sene öncesinin dünya güzelleri bugün yüzüne bile bakılmayacak durumda.. Sanıyormusun ki hep bu yaşında hep bu şartlarda kalacaksın.. İşte bundandır biz gelip geçici olana değil. birbirimizde kalıcı ve değişmeyecek olanlara baktık.. Güleryüze , bir selama , hoşgörüye , nezakete ve birde aşk'a..

Fatih aile mahkemeleri ve sen iyi bilirsin ki birbiri ile kaşı gözü için evlenenler nikah memurundan sonra boşanma davası açmak için soluğu mahkemelerde alır. O koridorlarda beklerken bile hiç düşünmedinmi nerede yanlış yaptığını yoksa her zaman ki ve şimdiki gibi suçu başkasında arayıp kendini en masum yerine koyarak kolaya kaçmayamı seçtin ?

Beni "Sahte Müslümanlık" ile itham etmişsin. eğer ben sahte bir müslümansam , bundan ne ben ne sen nede müslümanlık bir fayda görmez. Kaldı ki içimi okuyabilecek kapasiteninde sende olmadığını düşünecek olursak durum biraz daha ortaya çıkacaktır. "Kişi nasılsa , başkasınıda öyle zanneder"

eğer ben sahte bir müslümansam , bunun hesabı seninle benim aramda değil. Allah'la benim aramdadır. Hayat benim hayatım, bana verilmiş bir sınavsa , bunu da bana ancak bana veren sorar. Senin ne kapasiten ne de yarı şizofren histerik düşünceler yumağı beynin kendi yarım kriterleri ile beni birşeyle itham etmeye kalkmasın.

Unutma ki , sen henüz yeni ateist olmuşken bile ben demiştim sana bari başörtünü çıkartta , ters bir hareketini gören seni müslüman bilmesin diye.. sende bana örekeden özgürlük okumuştun kim ne karışırmış diye ..

Şimdi sana iki şey , sen bile inanmadığın bir dinin örtüsünü örtmekle bile sahte müslüman olmadın. Ben inandığım her şeye gönülden inanarak ve yapmaya çalışarakmı sahte müslüman oldum ?

Sana bunu sık sık demiştim , şimdi yine demek gerektiği için diyorum

"Beni kendinle karıştırma "

Zira sen kaybedensin .
Ben herkesin savunmadan umudu kestiği anda saldırıya geçen bir ecdadın torunu olarak , mücadeleme devam ediyorum.

içimdeki karanlıklar için bir ışık yaktım. karanlığın üstüne üstüne gidiyorum.
ve ben hiç olmazsa insanlığımı muhafaza edebiliyorum hala , gayet beşeri ilişkiler kurabiliyor , insanlara çıkarcı yaklaşmıyor , sevinip üzülebiliyor , sevebiliyor , evlenebiliyor ve düşünebiliyorum.. hayata birşeyler katabiliyor ve hala mutlu olabiliyorum..

Ben isyanlarımı tek tek asıyorum. senin gibi esiri kalmıyorum.

ve son olarak sana ne diye hitap edeceğimi bile bilemiyorum , eğer hayata senin baktığın duygusuz düşüncesiz hedonist ve bencil pencereden bakılarak birşey denilecek olsa bunu en iyi anlatacak ifade sanırım " et parçası" demek olurdu..

Zira ruh olmayınca bedende o kişi insanda olamıyor ve sadece maddeden ibaret kalıyor. İşte buda senin madden , ha kasabın rafında duran kanlı bir et. yada sen.. aynı..

Diyet 3

| 16 Şubat 2009 Pazartesi

Evet Sevgili arkadaşlar , diyet maceramızın 3 bölümünde bizi bekleyen konularımız diyeti neye göre yapıyoruz. Diyet neden işe yariyor ? işe yarama mantığı nedir ?


Öncelikle diyet demek hemen tartıya çıktığınızda ibrenin aşağı hareket etmesi demek değil. bence bu tam bir yanılgı. Zira tartıya çıktığımız anda ibre biraz daha aşağı kaymışsa hemen seviniriz kilo verdim diye ? peki nereden biliyoruz doğru olduğunu ? ya vücuddan su gitmişse ? yada kas gitmişse ? işte bu bize gösteriyor ki mutlak surette sürekli gözetim altında yapılan bir diyet başarıyı getirebilir. Zira her gittiğinizde şu yada şuna benzer bir alete çıkıyorsunuz ve sizin her bir özelliğiniz inceden inceye ölçülüyor. Netice olarakta bu kağıda dökülüyor. ve Elinizde de şuna benzer bir çıktı oluyor. dolayısı ile 1 hafta diyet yaptınız diyelim 1 hafta sonunda anında görebiliyorsunuz , nereden ne kadar gitmiş yada vücutta bir hafta önceye göre olan değişim nedir. ve anında uzmanınız kötü yönde bir gelişme olduğunda buna müdahale edebiliyor. Ancak bir uzmanınız olmadığında ise siz bu analize ulaşamıyor ve ya tartıda görülen düşüşü hayra yoruyorsunuz. ancak sandığınız gibi olmayabiliyor. Örneğin su , yağa göre vücuddan daha kolay atılabilen bir emtia, eğer dengesiz bir beslenme söz konusu olursa duruma göre kilo veriyor görünebilirsiniz ancak vücuddan atılan su kilo değildir. vücudun su seviyesinin düşmesi takdir edersiniz ki iyi birşey değil. üstüne üstlül böbrek gibi karaciğer gibi organların çalışmasına ve hatta direkt kendilerine zararı var. onun için çok görmüşsünüzdür gazetelerde yada tv'lerde diyetten ölenleri.. 
Evet bir diyette kişiye neye göre yemek veriliyor ? Efenim bildiğiniz üzere vücudun bir metabolizma hızı söz konusu. Yukarıda linkini verdiğimiz örnek çıktıyı açacak olursak karşımıza gelen grafikte bazı değerler görüyor olmalısınız . İlk sayfanın sağ alt kısmında "Bazal Metabolizma Hızınız" diye bir başlık var. orada örnek olarak verilen kişinin metabolizma hızının 1595 KCal olduğunu görüyoruz. Bu şu demek bu kişi 1595 KCal'den fazla kalori miktarına sahip ne tüketirse bu o kişiye yol su elektrik olarak dönecek demektir.(özellikle karın ve basen bölgesine) Demekki bu kişi kilo vermek istediğinde 1595 KCal'den daha fazla kalori tüketmeyecek. Örneğin 1000 KCal tüketse günde yada 1200 KCal ve bu düzenli devam etse kişi kilo verebilir. eğer siz bunu kalkıpta 1595 KCal'den çok hızlı kilo vermek için 500 KCal yada 300 KCal gibi çok aşağı seviyelere çekerseniz bu metabolizmayı altüst eder ve size negatif iki dönüşü olur. Ya vücudunuz az kaloriye alışır ve bir yerden sonra kilo vermeyi durduramaz yemek yiyemezsiniz ve öldüğünüzde tabutunuzu 8 kişi değil 1 kişi bile rahatlıkla taşıyabilir. Yada böyle olmaz vücuda birden bire az kalori girince vücud zafiyet geçirir bayılma kendinden geçme el ayak titremesi ayakta duramama gibi dönüşleride olabilir. işte onun için az yemek değil doğru yemek kilo verdirir. 
Kendimi ele alacak olursam Benim metabolizma hızım 2270 KCal civarlarında bu hiçhareket etmediğim durumlar , hareketli günlerde 3000 Kcal'e kadar çıkıyor metabolizma hızı , bunun için diyetisyenim benim diyet menümde hemen hemen hiç 2200 KCal'in altina inmedi. Hareketsiz günlerde de ben biraz dikkat ettim ve şimdi 1 ayda 11,5 KG yağ erittim. Vücutta 3 litre sıvı 2,6 kg kas artışı oldu. Neticede tartıya çıktığımda 5 kilo vermiş gibi görünüyor olsamda 11,5 KG yağ vermek için liposection'da 5-10 milyar bayılan insanları görünce ben bir ayda oldukca yol aldığımı düşünüyorum.
Bir önceki yazıda bana verilen ilk örnek diyet listemi yazmıştım. gördüğünüz gibi öyle sosyete diyeti diye tabir edeceğimiz kırk ambar dolaşıpta ancak bulabileceğimiz bulunmaz otlarla yada sebzelerle diyet yapmiyoruz. Evde ne yemek pişerse onunla diyet yapiyoruz. İşte bunun içinde dönüşüm listeleri var. 

Ne Nekadar ? Ne eder ?

Örneğin ara öğünde 1 porsiyon meyveniz var. peki ama bir tane küçük elmada bir porsiyon , koskoca bir ayvada 1 porsiyon demekmidir ? elbette değildir. işte bunun için dönüşüm listeleri var. Herhangi bir meyve , herhangi başka bir meyve de ne kadara tekabül ediyor bu liste sayesinde bunu biliyorsunuz. Mesela iş yerinizde üzüm çıktı , 1 porsiyon meyveniz üzüm olacak ama ne kadar üzüm ? Cevap : 1 Su bardağı üzüm = 1 porsiyon meyve , yada tutun ki kocaman bir ayva çıktı bu bir porsiyon demek mi tabiki hayır. kocaman bir ayvanın yarısı 1 porsiyon meyve demek ya muz çıkarsa ? yarım muz = 1 porsiyon demek. 

Tabi biz sadece meyvelerden örnek verdik ama sebzeler içinde etler içinde tahıllar içinde dönüşüm listeleri mevcut. mesela bir ince dilim ekmek = 1 su bardağı patlamış mısır demek. akşam yemeğinde diyetisyeniniz 4 dilim ekmek verdi diyelim siz 2 dilim ekmek yiyin sonra 2 su bardağı mısır eşliğinde evinizde filminizi izleyin.. 

Tabi birde diyet demişsek değinmek gerekir ki hazır olan ne yiyecek içecek varsa uzak duruyoruz. Zaten öyle kekler kurabiyeler pastalar falan onlara hiç değinmiyorum bile. Ancak hazır çorbaları , kola , gazoz, hazır meyvesuyu , içiyorsanız alkollü içecekleri unutmanız gerekiyor. aşırı yağlı kızartmalar fln bunlarıda unutuyoruz 

ve yeni bir hayata içimizde yetişen bir enerjiyle güzel günleri düşünerek ve en umutsuz anlarda bile diyeti bozmamak için bilenerek , diyeti bozduracak her faktöre inat , inadına diyette dirayet ve azim göstererek başarıya ulaşıyoruz.. 

Şahsen benim 1 aylık diyet maceramda ben 2 kez diyeti bozmakla bozmamak arasında kaldım. ve her ikisinde de bozmadım.. ve bana diyeti bozdurmayan düşünce şuydu.. 

" Vakti zamanında Ankara Savaşı olmuş ve bitmiş , Beyazıt ve Timur savaş meydanında geziyorlar. Beyazıt demişki anlamıyorum her şart benim yanımdaydı sen bu savaşı nasıl kazandın. Timur gülümsemiş ve demişki şimdi ben senin parmağını ısıracağım sende benim parmağımı ısıracaksın. ve ikiside birbirlerinin işaret parmağını ısırmaya başlamışlar. Bir süre sonra Beyazıt aaah diyerek elini çekmiş ve Timur şu cevabı vermiş. " Sen çekmeseydin ben çekecektim""

Kıssadan Hisse : Tam bir sinir harbinin yaşandığı savaş meydanında daha çok sabırlı olan kazanmış.

bunu diyete uyarlayacak olursak : eğer birşey size diyeti bozduracaksa , sabredin inat edin. göreceksiniz önce o elini çekecek. 

Nerden mi biliyorum. Yemek bloguyla kafayı bozmuş muhterem zevcem. Sadece fotografını çekmek ve blog yazmak için tatlı çörek börek yapmıyor. o fotoğraflardan sonra o tatlı börek çörek hala ortalarda göz önünde oluyor. ve tam bir nefis sınavı yaşayarak yemeyeceğim yemeyeceğim yemeyeceğim diyerek yemiyorum :) ne mi oluyor sonra ? hepsiniz muhterem zevcem yiyiyor. netice : 11,5 kg verdim. 8 kg aldı :D  ve işin vahimi.. aldığını henüz kabul etmiyor. şimdilik kendisini ben zayıftım biraz kilo alınca tam dengemi buldum diye teselli ediyor :) bende içten içe gülüyorum :) 
Muhtemelen bu yazıyı yarın sabah iş yerinde okuyacak ve sanırım ben yüzündeki ifadeyi göremeyeceğim :D 

dipnot : fusununmutfagi ve buck , arkadaşlar mls'e henüz başlamadığım için mls hakkında şu anda şu şudur. bu budur bunun mantığıda budur diyemiyorum. henüz o level'e gelemedim :) ama inatla ilerliyorum :) Fiyat konusuna gelince esteworld'den yüzyüze görüşerek bilgi almanızı tavsiye ederim. Zira kişiye göre değişebilen durumlar olabilir. Örn : seans sayısı vs. bu durumda da illaki fiyat değişir. Ben anlaşmamı yaptıktan sonra üzerinden çok zaman geçti şu anki fiyatlar nedir bende bilmiyorum. sorsam söyleyeceklerini sanmıyorum ama görüşmekle birşey kaçırmazsınız. Filiz abla hanım teyze korkulacak birisi değuldür. güleryüzlüdür :) cici bir insandır. 

daha dipnot: filiz abla bu blogu okuyosan extra bir seans isterim :) bu kadar reklamdan sonra 

blogun dibi not : esteworld haznedardadır. İncirli köprüsü yönünden geliyorsanız izzettin çalışlar caddesinin bittiği yerde karşınıza çıkar :) kısaca her yol romaya değül esteworlde cıkıyor :) buradan bu tarihi yanılgıyıda düzeltmek isterim :p

Diyet 2

| 8 Şubat 2009 Pazar

Evet bir önceki yazımda size yarın 3 haftalık diyet maceramdan bahsedeceğim dediğim ancak bir şekilde 1 hafta geciken o yazıyı şimdi yazma fırsatı buluyorum ,

Bir önceki yazıda belirttiğim gibi uzun bir arayışın ardından kilo vermek için diyet yapmadan hiçbir yolun tam ve doğru bir sonuç vermeyeceğini geç idrak etmiş birisi olarak anladım ki diyetten kaçış yok.

E o zaman dedim madem durum budur. ister istemez yapacağız. İlk gün diyet uzmanım Fatma Arslan hanımefendi ile bir görüşme yaptık. Bu görüşmede bir günün nasıl geçtiğini neler yediğimizi ne aralıklarla yemek yediğimizi fln konuştuk. Ben diyetten önce genelde kahvaltıyı iş yerinde poğaça-çay fln şeklinde geçiştiriyordum. Öğle üzeri ya birşey yemiyor ya da dışarıda kır pidesi vs. gibi yiyeceklerle geçiştiriyor akşam yemeğinde ise eşim tarafından hazırlanan çorba makarna yemek vs. gibi hemen hepimizin akşam önüne gelen yurdum yemekleriyle iktifa ediyordum.Gördüğünüz üzere gayet dengesiz bir beslenme ile mevcut kilolar üstüne kilolar ilave ederek yola devam ediyordum.

Diyetisyenim Fatma hanımla bir program yaptık. Bu programu gördüğümde şunu düşünmüştüm. neredeyse ağzım hiç boş kalmayacak tıka basa yiyecek ve kilo verecektim öylemi ? olay bumudur ve sevmediğim yiyecekleri değil hergün yediğim o yiyecekleri yiyeyecektim. Şaşırdım ve bunun mantık olarak mümkün olmayacağını düşündüm. Ancak ilk haftanın sonunda 4 kilo yağ erittiğimi , vücudda düşük olan su seviyesinin yükseldiğini ve 2,4 kg kas yaptiğimi gorunce dedim durmak yok yola devam :)

Bu beni manyak derecede kamçıladı. Bir ara hatta mls'e gerek yokmuş aslında diyetlede eritebilirim diye düşünsemde yinede mls'den vazgeçmedim zira mls'de kilo almama garantisi söz konusu ,

Fatma hanımla ilk görüşmemizin sonucunda bana verdiği program şu şekildeydi.

Kahvaltı : 1 haşlanmış yumurta , 2 kibrit kutusu kadar B.peynir , 4 ince dilim ekmek , 7-8 zeytin , 1 su bardağı yoğurt , bolca salata , şekersiz çay

Ara Öğün : öğle yemeğine 1-2 saat kala bir adet meyve

Öğle yemeği : 1 su bardağı yoğurt , 5 ince dilim ekmek , 7-8 yemek kaşığı sebze yemeği (yada 10-15 yemek kaşığı bakliyat yemeği) , bolca salata ,

Ara Öğün : 1 porsiyon meyve

Akşam yemeği : 1 kase çorba , 7-8 yemek kaşığı sebze yemeği , salata , yoğurt , 4 ince dilim ekmek

Ara Öğün : 2 porsiyon meyve

Bu listeyi gördüğümde hayret ettim ve bu benim 2 günlük yemeğim :) bu kadar şeyi yiyeceğim ve kilo vereceğim öylemi ? demiştim ve bana evet demişlerdi. Dedim herhalde maytap geçiyor :)
ve ilk haftanın sonunda tekrar Fatma hanımla görüştüğümüzde gerekli ölçümleri yaptık ve ben inanamadım resmen kilo veriyordum :) ve normalde yediğimden daha fazla şeyi yiyerek.

Bu beni psikolojik olarak fevkalede etkiledi :) ve tetikledi içine giremediğim gömleklerin bana 1 karış bol geldiğini görmek , bana manyak moral verdi.

:) Yazın ortalarında yada sonuna doğru herhalde sanırsam ideal kilomda ve üçgen vücuduma kavuşmuş olacağım :)

Diyet yapmak isteyen arkadaşlara tavsiyem mutlak surette bir uzmanla görüşmeleridir. Zira bir sonraki yazımda , diyet yaparken dikkat edilecek hususlar , neye göre diyet yapılıyor , diyet yapan kişiye verilen yemekler , neye göre tespit ediliyor gibi hususlardan bahsetmeye çalışacağım.

Saygılar ;)

50 Liralık Fatma Aliye Hanım Mevzusu

| 3 Şubat 2009 Salı

Bilindiği üzere , YTL yavaş yavaş misyonunu tamamlayarak yerini hayatımıza yeni giren TL'lere bırakmaya başladı. Açıkcası bu TL'ler hakkında kiminin olumlu , kimininse olumsuz düşünceleri var şahsım adına konuşacak olursam ben fevkalade olumlu buluyorum. Yenilik daima iyidir. Ayrıca arka yüzünde Ord.Prof Cahit Arf'ın silüeti bulunan 10 Liralarında hayranıyım. Gerek renk gerekse de düzenleme olarak çok etkileyici buluyorum. Matematiğe olan ilgim ve Ord.Prof Cahit Arf'ında matematik dehası olması beni bu 10 liralara daha bir ısındırdı diyebilirim.
Ancak yazının başlığından da anlayacağımız gibi mevzumuz 10 lira değil , 50 lira . Önyüzünde M.Kemal Atatürk'ün arka yüzeyinde ise ilk kadın roman yazarı Fatma Aliye hanım'ın resmi bulunan turuncu paralardan bahsediyoruz.
Mesela yılbaşından itibaren paralar aktif olarak hayatımızda yer aldığından beri sevenlerindende sevmeyenlerindende çeşitli görüşleri dinleme fırsatım oldu. Mesela sevenler , paranın küçüklüğü , minimalist çizgide dizayn edilmesi , yenilik oluşu gibi nedenlerden dolayı bu yeni paraları seviyor. Sevmeyenlerden bir kısmı , Eski paraların heybetli ve güzel olduğu , yeni paraların her birinin farklı boyutlarda olmasından dolayı bir tomar farklı paranın sayılmasının zor olduğu , 5 lira ile 50 liranın karıştırılma olasılığından dolayı yeni paraları sevmediklerini söylemişlerdi .
Açıkçası bence sevende sevmeyende bu konuda haklıydı.
Ancak 50 TL için öyle bir mevzu ortaya atıldı ki , resmen kan donduracak derecede bağnazlık , Atatürk Yalakalığı ve tribünlere oynama kokuyordu.
Mevzu şu ki efendim Atatürk devrimlerini içine sindirememiş , Atatürk'e muhalif olmuş , laikliği benimseyememiş , Ahmet Cevdet Paşa gibi bir osmanlı paşasının kızı olan Fatma Aliye'nin resmi nasıl olurda paraya konulurmuş ?
Pardon neden konulamasın ?
Paraya resmi konulan kişilerin laik olup olmaması yada Atatürkçü olup olmaması veyahut Atatürke muhalefet etmemiş olması şartı aranıyorda bizimmi haberimiz yok ?
Fatma Aliye Hanım'ı paranın arkasında görüyor olmanızın nedeni onun dünya görüşü ve düşünceleri değil , onun hayatına sığdırdığı ve ilk kadın romancı olmakla bunu devam ettirmek gibi hayatına sığdırdığı başarılarıdır.
Kaldı ki Atatürk'e muhalefet etti diye Fatma Aliye Hanım Merhum'un mezarındaki kemiklerini dahi onun gıyabında linç etmek isteyen , Atatürkçülükten habersiz Atatürk Yalakaları farkında olmayabilirler lakin , Atatürk her dediğinin tasdik edildiği değil eleştirildiği ve kendisine muhalefet edilen bir meclis düzeni için çalışmış ve bu minvalde çok partili döneme geçmiş ve hatta o dönemde yakın silah arkadaşlarından bazılarını başka bir parti kurmak için teşvik etmişti.

Kaldı ki Fatma Aliye Hanım laik değildi ve tesettürü savunmuştu , Atatürk'e de muhalifti nedir yani bu kendisinin ilk kadın roman yazarı olması sıfatını yokmu ediyor ? O laik olmadığı ve Atatürk'e muhalif olduğu için bu ünvanını onun vefatından sonra onun şahsi manevisinden afarozmu edeceksiniz ?

Bugüne kadar , dayanaksız ve saplantı derecesinde tutarlı hiçbir yanı olmayan , sadece yapılmış olmak için yapılan çok fazla gereksiz ve efil efil riya kokan Atatürk Yalakalığı gördüm. lakin Fatma Aliye Hanım mevzusu gibi , konuyla alakası olmayan bir mevzuyu dahi getirip buraya dayandıran bu güruhu görünce merak ediyorum acaba Anıtkabir'i ne zaman kabe , Atatürk'ü ne zaman peygamber ilan edecekler ?

Zira yapmadıkları sadece bu kaldı . ve sadece yapmış olmak için felsefesini ve mantığını dahi anlamadan sırf içerisinde Atatürk geçiyor diye yaptıklarını veya yapmadıklarını gördüğümde bu zümreye acımak geliyor içimden.

Onlara kalsa zaten Allah şu koskoca kainatı sırf insanlar Atatürkçü olsun diye yarattılar. ve yediğimiz ekmekte bile Allaha değil Atatürk'e şükretmeliyiz.. inamayacaksınız ama bunu yapanları dahi gördüm. Onun için artık yadırgamıyorum dahi..

Sadece izliyorum. Not ediyorum.. ve yeri geldiğinde gözlerine ve o kör dimağlarının en derin dehlizlerine kadar sokuyorum.

Davos`u dogru okumak

| 2 Şubat 2009 Pazartesi

Bildiğimiz üzere geçen haftaya damgasını vuran olay. Davosta düzenlenen Liderler zirvesinde Başbakan Erdoğan'ın kükremesiydi. açıkcası bu dünyaya safınızı belli edin fırçası demek daha doğru olur. Bu fırçadan sonra herkes safını açıkca belli etti diyebiliriz. Bazı kritik ve çok sesli ülkeler nötr kaldı sadece.
İçte ve dışta yankılanan davos macerasından sonra , değişik ülkelerin gazetelerini veya televizyonlarını takip edenlerimiz görmüştür ki , Cnn , Newyork post gibi birçok gazete ve medya devi kuruluşlar Davos mevzusunu Başbakanın Türkiye'nin dünya arenasında aleyhinde diye servis etmiş olsalarda bunun da sadece belli zümrelerin muradı olduğu yine aynı medya organlarının kendi sitelerinde ve kanallarında yaptıkları halk oylamalarında ortaya çıktı. Öyle ki Newyork Post editörleri dediğimiz gibi olayı Türkiye açısından kötü diye yorumlarken yaptıkları ankette okurları %83 oranında Başbakan Erdoğan'ı desteklediklerini bildirdi.
Uluslararası medyada değişik seslerin yorumların çıkması muhtemel ve olağandır. Zira bu ulusların birçoğu ile din,dil,ırk,coğrafya,etnik köken gibi değişik kriterlerde birliğimiz ve beraberliğimiz yoktur. onun için kalkıpta bi norveç'in vereceği tepki ile İran'ın vereceği tepkiyi bir değerlendirmemek lazım.
Kim ne derse desin , uluslararası arenada bu olayın yankısı dünyada her ülkede yankı buldu. Zira Başbakan Erdoğan'ın yaptığı büyük bir cesaret ve kararlılık örneğiydi ki zaten kendisi Davos yolculuğu öncesi "Peres'den hesap soracağım" demişti. sözünü tutmuş oldu. sözünü tutamamış olsa bu sefer iç medya leşkerleri kendisini bununla itham edecek . ve içeride hesap soracağım diyordun oraya gittin sustun diyerek kendisine bindirmeler yapacaklardı. Fakat Erdoğan'ın kükremesi olayı bozdu. Öyleki Yeniçağ gibi en radikal karşıtları bile "Helal Olsun" demeyi bilmişken bu babayiğitliği gösteremeyip maksadının üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olduğunu bir kez daha gösterenlerimizde vardı.
Davos'da esip gürledin ama şehitlerimiz için neden aynı hassasiyeti göstermedin deme cürretini gösteren , daha hiçbir şehit cenazesinde görünmemiş , alnının secdeye değip deymediği şüpheli sadece şehitlik , bayrak , vatan , millet , sakarya edebiyatı yapan Emin Çölaşan gibi medya kaşarları tavırları ile belli ettiler ki amaç baştan belli.
Kaldı ki davos'taki tepki ile şehit cenazelerindeki tepkiyi bir tutamazsınız , Zira davosta diplomatik anlamda bir muhatabınız var. Erdoğan şehitler için tepki vermesi gerektiğinde Murat Karayılan'la kandil'de buluşup fırçamı atacak ? ikisinin çok farklı mecralar olduğunu bile idrak edemeyen 2 kafadar M.Balbay ve Çölaşan başbakanın bu davos çıkışını önceden kurulmuş bir düzen olarak öngörüyor.
Evet her lider bir plan kurar ve bunu uygular. Zaten Erdoğan'da Peres'den hesap soracağım demişti ve sordu. bunda Ne Çölaşan'ın gördüğü görülemeyecek ve çok gizli yada skandal sayılabilecek bir bit yeniği var. Ne de yaptığı yanlış.
çölaşan ve aynı zihniyetin örümcek kafalarının idrak kapasitesi sadece bahsettiğimiz gibi vatan millet sakarya edebiyatına çalıştığı için bunun dışındaki gündem maddelerinden uzak kalmaları ve uzak kaldıklarında da bunun acizliği ile saldırmaları çok normaldir. Neden filistin hakkında tek söz sarfetmiyorlar ? orada ölen çocuklardan bahsetmiyorlar ?
Kaldı ki Erdoğan şehitlerimiz için hiçbirşey yapmamışta değildir. Zira teskereyi geçirmiş . emniyet teşkilatını güçlendirmiş , sınırötesi harekatı ABD'ye rağmen uygulatmış , kaosa sebep olacak terör eylemlerini önlemede büyük başarılar almış bir hükümeti sanki birşey yapmamış gibi değerlendirmek de zaten sadece çölaşan kafalıların yapabileceği bir sığlıktı bu noktada kendileri beni yanıltmadılar.
Erdoğan'ın tepkisi açıkca ve net olarak dünyaya safınızı seçin demekti. ve herkes ya destek vererek yada destek vermeyip olumsuz manada eleştirerek buna yanıt verdi.
Zira Demirel gibi şapka cumhurbaşkanları "bedelini ödetirler" demekle aslında kendi siyasi sırlarını açığa döktü. Demekki kendileri israili iyi tanımaktadırlar ki , bedel ödemekten korktukları için birşey yapamamışlardır. Yapanlarıda kendileri gibi saf ve hezimete uğramaya hazır bindirilmiş kıtalar sanmaktadırlar.
Ancak o tren çoktan o istasyonu geçti..
Davos olayından 1 hafta önce CIA raportörleri bir makale yayınlayarak , Çince değil Türkçe öğrenin 2050'de dünyanın muhtemel lideri Türkiye olacak demiş , Ben bunu 2 sene önce 2015 yada en geç 2020 diye söylemiştim..
Davostaki tavır gösterdi ki 2015 bile aslında çok geç biz şimdiden liderlik provasına başlamış durumdayız..
Hele bir önce Türkiye Bağırsaklarındaki Ergenekon terörünü temizlesin. Siz birde sonra görün..